Monday, May 8, 2006

Zonguldak-Kara elmas


Cumartesi sabah 6:30’da İstanbuldan yola çıktık. İstikamet Zonguldak. Evden Demet arkadaşımı almak için 6:00 gibi yola çıktım, işyerine 2 dk’lık yürüme mesafesinde oturuyor, bunedenle şiddetle kendisini kıskanıyorum. Neyse normalde hafta içi 1:00 ile 1:40 dk arasında ulaştığım yere 12 dk’da ulaşınca !!! insan pek bir mutlu oluyor canım. Yine sabahın çok erken saati olmasına rağmen, trafikte hatrı sayılacak kadar çok araba vardı. Dedik ki, keşke normal günde ve yoğun zamanda da trafikte bu kadar araç olsa, çünkü o zaman İstanbulda hepbirlikte insanca yaşayabileceğimiz uygunlukta bir kalabalık olurduk. (Hafta sonu sahilde dolaşma yeri olan yerlerde insanlar piknik tüpleri ve çizgili pijamaları ile dolaşmaz, laleri koparmaz, çiçekleri ezmez, hatta yedikleri poşetleri öylece çimenlerin üzerine bırakmaz, okumak amaçlı değil de, ekmek sarmak için aldıkları gazete kağıtlarını çimenlerin üzerinde bırakıp gitmezlerdi belkide).
Evet, otobandan M.Ö.1200 yıllarına dayanan uzun bir geçmişi olan, kara elmas olarak da adlandırılan kömür ve bu kömürü ekonomimize kazandıran Zonguldak’a doğru yola çıktık. (Türkiye topraklarının %1.1’ini kaplayan bu şirin ilimizin etrafı Bolu, Karabük ve Bartın illeri ile çevreli) 10:00 gibi Eğrelieydik, şehrin merkezinde, deniz kenarındaki çay bahçelerinin birinde kaşarlı tost, simit ve çay molası verdik. 10:30 gibide Zonguldaktaydık. İstanbulda evden işe gidip gelmek gibi bir yolculuk...!!! Yol’un güzelliğini anlatmam imkansız, dağlar yemyeşil, ağaçların renkleri açık yeşilden koyu yeşile kadar dalga dalga heryeri kaplamış. Yeni filiz veren, yapraklarını yeni yeni açan ağaçların rengi ise sarı ile açık yeşil arasındaydı. Hele bir ara, sağ tarafımızda yeşil dağlar ve sol tarafımızda mavi deniz boyunca ilerledik.(buarada Zonguldak topraklarının %48’inin dağlık olduğunu öğrendim).

Demet’in annesi hasta olduğu için önce onu ziyaret ettik. Öğleden sonrada Zonguldak gezimize başladık. Yukarıda, mühendisler lokali, ve tabibler lokalinden manzarayı seyrettik , yunuslar, kayalara vuran dalgalarından arasından atlayıp bize gösteri yapıtılar. Birkaç balıkçıda, uçurumdaki yüksek kayaların üzerinde yer tutmuşlardı, oltalarını akşamüzeri yapacakları keyifli muhabet için denize atmışlardı . Bizde ince belli bardakta çayımızı içelim dedik (Çayı bize ikram ettiler). Sonra Fener’e gittik. Yine yunuslar bizi karşıladı. Oradan lima’a indik. Bu yunuslarda çok tatlı canım, heryerdeler. Limanın içine, belkide balıkları takip ederek girmişlerlerdi, bilmiyorum ama limanda da dalıp dalıp çıkıyorlardı. Sonra 2003 yılında maden şehitleri yapılmış için anıtı gördük. Yine pek bir üzüldüm, ona benzer bir anıt Washington’da vardı. Vietnam’da ölen askerler için yapılmıştı. Pırıl pırıl tertemizdi. Burada ise bazı şehitlerin plaketleri duvardan sökülmüştü. Anlam veremedim neden söktüklerine, liman kapısındaki görevliye sordum, çok politik bir şekilde “abla benim konu hakkında bilgim yok TTK’ya sorcaksınız” yanıtını verdi. Sonradan öğrendimki, plaketleri söküp, satıyorlarmış...!!!
Neyse efendim, dönüş yolunda Sapanca’ya uğradık. Klasik yerimizde çay içtik. Ev-ce’nin patlıcan salatası pek bir güzel oluyor. Almak için herzamanki yere giderken, önünden hızlı geçtiğim için ilgili yeri göremedik, sonra aynı yoldan geri dönerken ev-ce tabelasını gördük. Boğazı için Fizan’a gidenlerden olduğumuz için tabela’yı takip ettik ve nefis bahçesi olan imalathanesini keşf ettik. Yeni bir yerimiz daha oldu. Kırkpınar köyünde. Heryer tertemiz, mutfak pırıl pırıldı. Süper kelimesini kullanarak, haftaya uğrama ve kahvaltı etme sözü vererek ayrıldık oradan...
Not: Fotoğraf makinesinin pilini şarja koymadığım için resim çekemedim  o yüzden resimler internet’den alınmıştır.

0 comments:

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html