Sunday, November 21, 2010

Hasankeyf

Hasankeyf de dünyanın en eski taş kemerli köprüsü var. Bu köprü çift katlıymış. Alttan kervanlar üsten insanlar geçermiş. Bu taş köprü tıpkı Galata köprüsü gibi açılıyormuş. Ayrıca geçişte para alınan tek köprüymüş. Bu köprüünün üzerinde Osmanlı döneminden itibaren tapusu bulunan ve 3 davayı da kazanan aile yaşıyor. (Ahşap olduğu için açılıyormuş).
Ben burayı çok beğendim. Birkaç yıl önce düşen taş yüzünden kaleyi gezemiyorsunuz ama olsun. Arka tarafa dolaşabileceğiniz mağralar var.

Aşağıdaki bilgiyi web'den aldım ama yazarı ismini yazmamış o yüzden kayanğı belirtemiyorum.

Dicle’nin kıyısında, kayalara ve kayaların uzantısı vadinin içine sığınmıştı. Hasankeyf yüzyıllar boyu. Türkiye’nin, doğası, tarihi ve kültürüyle bir bütün olarak korunmuş bu tek Ortaçağ kenti, Batı’nın Doğu ile karşılaştığı bu ilk kavşak, artık Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak.

Dicle, aşağılarda, yeni demir köprünün ayakları arasından çağıldayarak akıyor. Dicle’nin fazla derin olmayan, yarı saydam suyunu gümüşi pırıltılar saçan bir yola dönüştüren güneş bu pırıltılarla bir hayal sahnesi yaratmakta gecikmiyor. Önce, suyun üzerinde birer ceviz kabuğu gibi yalpalayarak ama hızla yol alan karaltılar fark ediliyor. Görüntü giderek netleşiyor, konvoy hâlinde yol alan kelekler artık açık seçik görülebiliyor. Kürekçiler küreklere var güçleriyle asılıyor, dümencinin ise tüm dikkatini Dicle üzerindeki yıkık köprünün ayaklarına yoğunlaştırdığı belli. “Ortaçağ’ın en gösterişli ve en büyük köprüsü” olarak tanımlanan bu dev yapının orta kemer açıklığı 40 metreyi buluyor. Kürekçiler içinse ne bu özelliği ne de ayakları üzerindeki kabartma figürler önemli


Hasankeyfliler, kendilerine mağaralara alternatif olarak sunulan afet konutlarında yaşıyor. Nüfusu 1960′larda 30 bini aşıyordu, bugün 3 bin 600 kişi yaşıyor. Ve Hasankeyf Türkiye’nin en geri kalmış ilçeleri arasında sondan üçüncü sırada. Tek neden, Hasankeyf‘i sular altında bırakacağı 30 yıldır söylenen baraj.
Hısn Keyfâ’daki kalenin eteklerinden, çok önceleri yıkılmış köprünün ayakları arasından her yıl böyle yüzlerce kelek geçiyor. Bu konvoya kimi zaman Hısn Keyfâ’dan da zahire katılıyor. Tabii taşınan yalnız zahire değil. Bir keresinde Bağdat’taki barut imalathanelerinde kullanılmak üzere 200 kelek ardıç odunu, top döküm kalıpları için toprak, demir, tel ve kalay Diyarbekir’den yola çıkmış, Hısn Keyfâ’dan geçmişti. Basra’daki tophanede, döküm kalıplarının yapımında kullanılan toprak Hısn Keyfâ’dan gidiyordu.
Ilısu Barajı’nın mevcut projesi, baraj gölü su kodunun 527 metre olmasını öngörüyor. Yani mevcut proje uygulanırsa yeni köprü 26 metre suya gömülecek. Tabii beraberinde bütün kent… Oysa yerleşim tarihi Roma ve Bizans devirlerine kadar inen Hasankeyf Artuklu, Eyyubi, Akkoyunlu egemenliğindeki parlak dönemlerinden kalan yapılarıyla tarihi ve kültürel değerleri bir arada günümüze kadar koruyabilen ender Ortaçağ kentlerinden biri.

Doğu ile Batı, Bizans ile Sasani, Hıristiyan ile Müslüman… Asya’dan gelen Sasani (Pers) ve Türk, güneyden gelen Arap ve İslam batıdan gelenlerle (Roma ve Bizans) bu bölgede tanıştılar ve şüphesiz birbirlerini etkilediler, kültürlerinden izler bıraktılar. Aralarındaki sınır kimi zaman az doğuda, kimi zaman da az batıda kaldı. İS 3. yüzyılda ise Bizanslıların elindeydi artık ve 7. yüzyıla kadar da bir Bizans kalesi olarak kaldı.

Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid’in eline hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı. Saraylar, bahçeler, kale, o zamanlar orta kısmı ahşap olan köprü, mağara evler, en eskileri Erken Hıristiyanlık dönemine ait mağara kiliseler ve daha sonrakiler… Bir ara Süryani Piskoposluğu’nun merkezi de olan kentte kilise ve manastırlar 11. yüzyıla kadar kullanıldı.

Güneş ufkun altına indiğinde hayal sahnesi yerini gerçek görüntüye bırakıyor. Ufuk, yaşamın ve ölümün simgesi. Karayolunun geçtiği yeni çelik köprü, eski yıkık köprünün hemen yakınında. Dicle çok geniş yatağının sadece bir bölümünü kullanıyor. Nehrin sığ sularında biriken kumu römorklarına yükleyen traktörler son seferlerini yapıyor. El Rızk Camii’nde akşam ezanı okunuyor. Köprü ayaklarının dibindeki sığlıklarda, kümeslerine dönmeden önce son banyolarını yapan kazların çığlıkları… Dicle’nin karşı kıyısında Raman Dağı…Bu mesafeden tamamıyla çıplak gibi görülen Raman, Türkiye’nin güneydoğusunda bir petrol efsanesiydi… Altmışına merdiven dayamış petrol pompaları hiç durmadan dağın eteğinde akan Dicle’yi ve karşı kıyısındaki Hasankeyf‘i selamlıyorlar. Hasankeyf onlardan çok daha yaşlı.

Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas… `İlkçağ Anadolu’sunda, o dünyanın Doğulu süper gücü Persler, Romalılarla sonra da Bizanslılarla burada karşılaştı. Batı’nın Doğu’ya karşı son kalesiydi Hasankeyf. Dicle ve Fırat o dönemlerde güç, hayat ve aynı zamanda felaket kaynağıydı. Dicle’yi geçiş için en uygun noktaydı.
Bugün ayakta bulunan Hasankeyf Kalesi’nin eski Roma kalesinin bulunduğu yere yapıldığı sanılıyor…” Hasankeyf‘te kazı yapan Prof. Oluş Arık bu kale-kentin tarihini birkaç cümleyle böyle özetliyor. “İslam Devri’nde Diyarbakır’la birlikte Artukluların önemli merkezlerinden olan, tarihinin Asur ve Urartu’ya kadar indiği tahmin edilen Hasankeyf‘in bugünkü adının kökeni Asurca kipani (kaya). Bu ad daha sonra `kaya kalesi’ olarak Arapça söylenişiyle günümüze gelmiş.”
Akkoyunluların, Artukluların, Emevilerin, Abbasilerin, Bizanslıların, Romalıların ve belki daha eskilerin de kalesi… Bu yaşlı kale-kentin geçmişi hakkında iyi kötü bir şeyler kayıtlara geçmiş. Örneğin, Akkoyunlular zamanında (1461-1482) Safevi Şah İsmail’in geldiği, kız kardeşini Hasankeyf Emiri Halil Şah ile evlendirirken nasıl şenlikli bir düğün yapıldığı ya da daha önceleri Hısn Keyfâ’da yaklaşık bir buçuk asır boyunca (1102-1231/32 yılları arasında) hüküm süren Artuklu hanedanının, bir yandan Urfa Haçlı Kontluğu’yla mücadele ederken bir yandan da ilim ve kültürle nasıl iç içe yaşadığı biliniyor.



Bir Selçuklu kumandanının soyundan gelen Artukluların kendilerine başkent yaptıkları bu kale-kenti saraylar, bahçeler, su tesisleri, çarşılar, hanlar, hamamlar ve taştan güzel evlerle donattıklarını, Dicle üzerine yaptıkları yüksek ve güzel köprüyü, kurdukları medreselerde tıp, riyaziye, mühendislik, felsefe dersleri okutulduğunu, bu medreselerde ünlü bilginlerin yetiştiğini, kentin yalnız ilim değil ticaretle de ünlendiğini, burada üretilen malların Dicle yoluyla Musul’a ve Bağdat’a kadar gönderildiğini tarih kitapları yazıyor.
Bugün Dicle üzerinde yükselen ayakları bile köprünün eski görkemi hakkında ipuçları veriyor. Ünlü Artuklu paralarının basıldığı darphanenin yeri, kanallarla getirdikleri suyu kalenin bulunduğu tepeye çıkaran sistem insanı hayrete düşürüyor.

Şimdilik sakin sakin akan Dicle’nin üzerine yapılması planlanan iki baraj var. Biri Cizre Barajı. Şırnak’ın aynı adı taşıyan ilçesinin hemen kuzeyinde. Diğeri ise Cizre’nin yaklaşık 50 kilometre kuzeyindeki Ilısu.
Bir Ortaçağ kalesinin bütün özelliklerini taşıyan Hasankeyf‘te kuşatma dönemlerinde Dicle’ye ulaşıp su alma olanağı sağlayan gizli geçitler bulunuyordu.



Kale, ulaşılması en güç noktada, Dicle kenarında bir duvar gibi yükselen kayalığın üzerinde doğallıkla. Zikzaklar çizerek Dicle’ye inen, kayaya oyulmuş gizli geçitler, yine zikzaklar çizerek kaleye yükselen, bu arada yedi kapıdan geçen taş döşeli, basamaklı yol… Bir yanı dev bir yarık; eski kervan yolu. Yarığın iki yanı yaklaşık bir kilometre boyunca kaya duvar, duvarlarda mağara evler, gizli geçitler… Bir yanı bu dev yarığa bakan, bir yanında kayaların duvar gibi yükseldiği basamaklı yol boyunca sıralanan mağara-evler, dükkânlar…
Kaledeki mağara evler 30 yıldır doğanın yıpratıcı etkisi altında. Kimi yerleri çökmüş, olur olmaz yerlerde delikler açılmış. İstediğinden içeri gir. Kimi odaların duvarında küçük nişler, iki yanda oyuklar; lambalıktı belki de. Bazılarında şömine oyuntusu, kayanın içinden yükselen duman gideri… Kimi duvarlarda sıvalar duruyor, kimilerinde Arap harfleriyle yazılmış yazılar… Keşke okuyabilseydim.


Kale içinde kayaya oyulmuş bir küçük cami, El-Rızk Camii’ne tepeden bakan Küçük Saray, yüzü duvar gibi dümdüz tıraşlanmış kaya kütlesinin kenarından aşağıdaki Dicle’yi gözleyen Büyük Saray, kalenin `paratoner kulesi” de denilen burcu, bir büyük cami… Bu Ulu Cami’de bir kılıç ve tarihi bir kuran bulunduğundan söz ediyor, `hutbe okunurken, imam minberde olduğu sürece kılıç müezzin tarafından sağ elle tutulurdu. Kılıçla alınan kentlerde bu adetti” diyor Hikmet Aydın. Bu gelenek 1968-69 yıllarına kadar yani halk kaleden ininceye kadar uygulanmıştı.
Mağaralar… Aralarında dubleks ya da tripleks Roma Devri villaları bile vardı belki. Su getirilmişti, kanalizasyonu da vardı. Kışın sıcak, korunaklı, yazın serin…

Oysa yeni konutlar… Kâbus işte o taşınmayla ilk kez kendini gösterdi. Çünkü Hasankeyf‘in aşağı şehriydi burası ve bütün kalıntılar dozerlerle düzlenip atılmıştı söylediklerine göre.
Her şey çok sonraları fark edildi Yeni konutlar için seçilen yerin yanlışlığı da Hasankeyf‘i sular altında bırakması planlanan Ilısu Barajı projesi de… Bu arada artık oturulmayan kalede, eski evler ve mağaralar korumasız kalmış, doğanın etkisiyle yıpranma sürecine girmiştir. Hasankeyf nihayet 1978′de 1. Derece SİT Alanı ilan edilir. Ne yazık devlet bir yandan korumaya aldığı bu kenti, diğer yandan sular altında bırakmanın, kendi kararını çürütmenin yollarını aramaktadır…


0 comments:

About

.
 
google-site-verification: google6264df489a134469.html